5 Mart 2012 Pazartesi

Heaven is a place on earth with you

Swinging in the backyardPull up in your fast carWhistling my nameOpen up a beerAnd you say, Get over hereAnd play a video game

I'm in his favourite sun dressWatching me get undressedTake that body downtownI say you the bestestLean in for a big kissPut his favourite perfume onGo play a video game

It's you, it's you, it's all for youEverything I doI tell you all the timeHeaven is a place on earth with youTell me all the things you want to doI heard that you like the bad girlsHoney, is that true?It's better than I ever even knewThey say that the world was built for twoOnly worth living if somebody is loving youBaby, now you do

Singing in the old barsSwinging with the old starsLiving for the fameKissing in the blue darkPlaying pool and wild dartsVideo games

He holds me in his big armsDrunk and I am seeing starsThis is all I think ofWatching all our friends fallIn and out of Old Paul'sThis is my idea of funPlaying video games

It's you, it's you, it's all for youEverything I doI tell you all the timeHeaven is a place on earth with youTell me all the things you want to doI heard that you like the bad girlsHoney, is that true?It's better than I ever even knewThey say that the world was built for twoOnly worth living if somebody is loving youBaby, now you do

Now you do, now you do, now you doNow you do, now you do, now you do

It's you, it's you, it's all for youEverything I doI tell you all the timeHeaven is a place on earth with youTell me all the things you want to doI heard that you like the bad girlsHoney, is that true?It's better than I ever even knewThey say that the world was built for twoOnly worth living if somebody is loving youBaby, now you do

Now you do, now you do, now you doNow you doNow you do, now you do, now you do

20 Şubat 2012 Pazartesi

basitçe.


           Dünya üzerinde binlerce his var evet, tüm hepsinin içinden lanetlemek için "özlem" hissiyatını seçiyorum, kendimden emin olarak. Tüm hislerin ya sebebi ya sonucu özlemek hissi bana kalırsa. Sevincin, mutluluğun, sevmenin sonu özlem, özlemin sonu; hüzün, kızgınlık, daha çok hüzün gibi...
          Özlemekten bahsederken hemen herkes hayatındaki birine duyduğu özlemi alıverir önüne,..O duygunun verdiği karın ağrısı, baş ağrısı, kalp daralması, kısa vadedeki gözle görülür etkilerdir ki bu hissin uzun vadedeki etkisi nettir, geçen ömrünün bir şekilde hızlıca geçmesine; ömründen ömür gitmesine neden olur. Özlem çekmek büyük bir terbiye olayıdır. Kavuşma, hasretini giderme olayı yoksa bu özlemenin sonunda, ya insan üstü bir direnmeyle özleme karşı konulur yada özlemle karşılıklı birer kadeh konulur. İşin içinde kendi becerikliliğiniz de varsa yani özleminizi kendi kendinize de büyütüyorsanız eğer; büyük ihtimalle kendinizi özlenen yerde veya özlenen kişiyleyken daha çok seviyorsunuz, özlenen ile değilseniz eğer geçen her an israf gibi geliyor, ve büyük ihtimalle manasız ağlamaklı oluyorsunuz, kendinize acımadan özlemi kovmak yerine onunla sarılıp uyuyorsunuz, onu öpüp kokluyorsunuzdur. Size sonrasını söyleyeyim, özlemi kabullenip her gün düzenli olarak özler hale geliyorsunuz, karşınızda otururken özlüyorsunuz, gözünüzü kapadığınızda açıkken en son gördüğünüzü özlüyorsunuz yada bilmiyorum başka türlü şeyler. Delilik. Düşününce eş değer olarak sadece bir şeyin durmaksızın yanışını bulabiliyorum. Tam olarak nası göründüğünü umursamadan yanıp durmak. Bu durumda olanlar için sonunda kavuşmak olan bir özlem süreci geçirmelerini dilerim. Kavuşmak varsa, ve karşılık varsa, özlemek en harikulade duyguya dönüşebilir. Aksi durumda, zor. 
           Umarsız sevin diyen biriyken umarsız özleyin diyememe çelişkim, özlemin sevgiden daha güçlü olduğunu düşündüğümden, olabilir. Hepimizin özleyecek duruma, yani yokluk durumuna, ya da yetersizlik durumuna düşmekten korkmaya hakkı var. Ama kötü haber, özlem her yerimizde, her zerremizde, her günümüzde olmasa da herkes için, her ayımızda, hadi yılımızda, var. Ve bununla ilgili önemli gördüğüm bir tespitim de var. Özlemek genelde  kişiler için olmuyor, anları, mekanları, kokuları özlüyorsunuz. Beraber geçirdiğiniz, o sırada aklınıza gelen tek bir anı özlüyorsunuz, beraber gördüğünüz bir kareyi özlüyorsunuz. Bu nedenle baş etmesi en zor duygu özlem duygusu oluveriyor, bu nedenle çok anı biriktirenlerimiz en zoru yaşıyor. 
              Korkmadan an biriktirmek lazım diyen biriyken şu an bunun zararlarından bahsetme çelişkim, benim artık "özlemeyi kabullenmiş olanlarlar"dan olmamdan... Sonucunda kavuşmak ya da özlenmek aramaksızın özlemlerimi kabul edişimden... Olabilir.


14 Şubat 2012 Salı

"Sevgi-li"

          Sevgili kelimesinin anlamını söylerken farkedemeyenler vardır. "Sevgi-li" sevgine sahip olan kişidir. Sevgi duyduğun herşey senin sevgi-lin olabilir. Ama tabi genelde karşı cinse duyulan sevgi bu kelimeyle örtüştürülür. Bu yoğun duyguyu hissettiğiniz kişi ile aynı duyguları paylaşıyorsanız toplumun şanslı kesimindesiniz. Tadını çıkarınız:)
        Gel gelelim tartışmalı 14 Şubat mevzusuna..Sevgili olanlar, beraber ne kadar keyifli ve güzel anlar yaşarlarsa yanlarına o kadar kâr kalır, bu yüzden buldukları her fırsatı değerlendirmelidirler diye düşünüyorum. Bu nedenle Sevgililer Günü'nü ticari bir tuzak veya yapmacık bir sevgi gösterisi olarak görmüyorum. Herkes tarafından bilinen, çoğu kişi tarafından kutlanan, sembolik bir gündür ve sevgililer bu zamana kadar erteledikleri dışarı çıkma, yemek yapma, hediye alma, film izleme gibi aktiviteleri yani hoş şeyleri yaşamak için kendilerine bahane bulurlar ki bence bunun kötü bir yanı yoktur. Sevgililer gününe sövüp sayan yalnızlara lafım yok ama sevgilisi varken bunu yapanlara anlam veremem, bulmuşsun işte bir gün yaptığın her güzel şey iki katı daha mutlu edecek, kutla yani bir şekilde, normalde beraber film izlerken aldığın keyfin iki katı keyifli olacak, çünki adı var günün, duygularını çıkarıp önüne koyup ne var ne yok diye bakmanın aklına geldiği bir gün,duygularının daha farkında olduğun bir gün :) normal bir günde yaptığın kekin verdiği keyif bugün yaptığında iki katı mutlu edici olabilir:) Normal bir günün altını çizmek isterim çünki normal olmayan günlerde de bu tarz şeyler iki kat mutlu edici olabilir, zor geçen bir günün sonunda aldığın bir çiçek ile normal bir günde aldığın çiçeğin hissetirdikleri arasında fark vardır. 
           Öte yandan, bir daha kanımızın deli aktığı bu yaşların gelmeyeceğini ön planda tutabileceğimiz bir konu" sevgi duymak" ve "sevgi görmek". Bu yüzden alabildiğine sevmek ve sevilmek için çaba göstermek gerektiğine inanırım, tabi hayatınızın merkezine koymamak önemli bir sınırdır. İşin özü; bugün sembolik olması dolayısıyla yaptığınız her şey normal güne nazaran daha akılda kalıcı ve daha keyif verici olabilir, bu nedenle umarsızca kutlayınız derim. Beraber play station oynamak mı, dizi izlemek mi, film izlemek mi, kek, yemek yapmak mı, ev temizlemek mi, karşılıklı kahve içmek mi,, içinde paylaşılan bir duygu olan herşey kutlamaya dönüştürülmeli ve tatlı bir anı olarak bırakılmalı. Sevmekten korkmayanların, gününü kutluyorum. Bugüne lanet okuyanları ise sakinliğe davet ediyorum :)

1 Şubat 2012 Çarşamba

"son"a bağlanamayan mevzu

         Düşünen ve sorgulayan insanlar gün be gün bir şeyler fark ederler. Benimde bugünkü "farkedişim" şöyle gelişti; genelde dinlenme halindeyken olup bitenleri düşünürüm ( her insan gibi), bu da beni geçmişimi düşünmeye sevk eder (bazı insanlar gibi) , geçmiş günleri düşünmem de geçirdiğim değişimleri, (bir kaç insan gibi)....Geçirdiğim değişimleri geçen zamana oranladığımda pay ve payda arasındaki farkın oldukça büyük oluşu bugünkü "farkedişim"i başlatmış bulundu. Geçen zaman mı beni değiştirdi, ben mi zaman geçirme şeklimi değiştirdim bilemedim. Yeni değişimlerimden biri olan "kötümserlik" huyumu bu konunun dışında tutup iyi değişimlerim de olduğunu söylemeliyim. Genelde "çok değiştin sen" cümlesi geçtiğinde akla gelen kötü olan değişimlerdir. Esasen, etrafımızda bu kadar kötü şeyler varken, en azından kendi hayatımızdaki iyi şeyleri diplerden çıkarıp görünen bir yerlere koymakta fayda var diye düşünüyorum. Belki yapmacık bir optimist yaklaşım gibi gelse de denemesi çok zevkli. Ben yaptım bunu, geçen zamanla mı değiştiğim yada zaman geçirme şeklimi mi değiştirdiğim mevzusunu bir yana koydum, var olan "değişim" olaylarını düşündüm. Tepkilerim, yaklaşımlarım, sabır seviyem, keyif aldığım şeyler gibi hayatımdaki bir çok koyu çizgimin silikleştiğini ya da hepten renk değiştirdiğini gördüm. Örneğin iyi huylu  olarak en sevdiğim değişim şu; önceden kahvaltı yapmayı sevmezdim fakat şimdi gün içinde en çok özenerek yaptığım şeylerden biri..O keyfi seviyorum:) Başka bir örnek de hiç çiçek büyütme alışkanlığım ve sorumluluğum yoktu, su bile vermek aklıma gelmezdi, şimdilerde bunu da özenerek yapıyorum, bırak sulamayı eski dalları buduyorum, odamda 3 tane çiçek büyütüyorum 1 de değil :) 
            Kötü huylular için bir dolu örneğim var, ilk aklıma geleni; zamanında yalnızlığı değil de tek başıma kalmayı çok severdim, kendimle baş başa kalmaya bayılırdım, keyif alırdım tek başıma bir şeyler yapmaktan, genelde tüm hobilerim tek başına yapılan şeylerdi, ama şimdilerde tek başımayken ne yapacağımı bilemiyorum ve aşırı sıkılıyorum, kendi kendime tüm kapılarımı kapattığımı görüyorum gördükçe yılıyorum, yıldıkça mecalsizleşiyorum kendimle uğraşmak için ve büsbütün iletişimi koparıyorum. Eskiden saçma şeyleri dinleyip kafa yormaya felsefe çıkarmaya bayılırdım:) şimdi saçmalıklara katlanamıyorum, boş konuşmak gibi geliyor eskiden fantastik gelen bir çok şey (bir çok şey diyorum,her şey değil,hala bazen saçmalıklar üzerinden fantastik şeyler düşünürüm:) Bu gibi iyi ve kötü huylu değişimlerim var daha fazla örnek vererek dikkat dağıtmayacağım..
          Şimdi yazarken tekrar düşünüyorum çiçek büyütmeyi sevmeye başlamam,ya da tek başıma vakit geçirmekte zorlanmam; zamanın beni değiştirmesi mi, yoksa ben mi zamanı çiçek büyütmeyi sevecek kıvama ve kendimden sıkılacak hale getiriyorum? Eğer zaman beni değiştiriyorsa ayvayı yedik..Ama ben zaman geçirme biçimimi değiştiriyorsam bu ihtiyacım nereden doğuyor? İlerleyen yaşın dinamizmi yada hantallığı mıdır sadece, yoksa içinde bulunduğum çevreye karşı oluşturduğum adaptasyonlar mıdır? 
          Korkarım bu mevzuyu bir "son"a bağlamayacağım. Ne demişler düşünüyorsan yaşıyorsun demektir:) Kendime düşünecek bir mevzu olarak bırakacağım bu konuyu..

30 Ocak 2012 Pazartesi

"Yüzüyorum ben de.."

        Yazma eylemini seven, sayan ve unutan; hisli ama üşengeç, kafası karışık, kendi kendine konuşan, ve pes edip tekrar yazmaya kalkışan o güzel insan grubunun içindeyim. Bu insan grubu genellikle -sonradan göbekli- ama hala güzel bir fiziksel yapıya sahip olup, ya belirgin derece dalgın ve suskun ya da belirgin derece konuşkan, eleştirel düşünen, iyi anladığını vurgulamaya çalışan ve çok anlatan bir dil karakterine sahiptir. Bunların probleme dönüştüğünü gördüklerini gün "yazmak" mevzusunu kendi gündemlerine getirirler, ve yeterli bir süre boş kağıtlara baktıktan sonra -muhtemelen- ilk saçmalama yazılarını yazarlar. Şuanda bu yazımı yazmakta olup, konunun nereye gideceğini bilmemekte ve işin aslı bunu umursamamaktayım. 
          Bir insan deli gibi yazıp çizerken, kendini herkesten çok dinlerken, nedir onu bunlardan soğutan? Bence bu durumda olan herkesin başlaması gereken yer bu sorunun cevabı olmalı.. Böylesi durumlarda bahane bulmak çok kolaydır, düşünmeye başlandığında bir anda çok bahane bulunabilinir, telaşa kapılmadan hepsi gözden geçirilmelidir:) yahut tek bir koca bahane de bulunabilinir, burada biraz telaşın yararı olabilir. Tek kaynaklı olumsuz etkiler, çok kaynaklı etkilerden daha zor alt edilir diye düşünüyorum. Bu tek kaynak, işiniz olabilir yada okulunuz yada bir sebepten değişen hayat şartlarınız yada hayatınızdaki biri olabilir. Her şekilde tek kaynağın çözümü daha çok vakit alabilir. Bu durumdaysanız o kaynağı hayatınızdan uzaklaştırmanın doğruluğunu düşünmek gerekir. Sizi bu denli baskısı altına alan bu kaynaktan kurtulmak yerine onun -hayatınıza getirdiği problemli kısmı- değiştirmeye çalışmak, kendiniz tarafından kabul edilebilir kılmak daha efektif olabilir. İşin tam bu kısmında kaynaktan çok atılan adımlar daha önemli hale gelir. Kaynağı musluk, size getirdiği problemleride havuzun içerisindeki su gibi düşünürsek, problemlerin çözümünde atılan yanlış adım suyun rengini değiştirir (ne rengi olduğunu söylememe gerek yok sanıyorm:) ve bu defa o suyun içerisinde yaşamaya çalışırsınız ve bu onu büsbütün çekilmez kılar. Öte yandan suyun içerisine doğru oranlarda attığınız klor sizi suya adapte ederken, suyu da daha kabul edilebilir kılar.
     Sanırım bu kısımdan itibaren cesaretimi toplayıp çoğul eklerine sığınmaktan vazgeçeceğim ve kendi üzerimden yazmayı deneyeceğim. Evet yukarıdaki benim. Tek kaynaklı mutsuzluklarım ve umutsuzluklarım var, ve evet bunlar günlük hayattaki kararlarımı ve davranış şekillerimi etkiliyor. 
         Çözme işine başladığımda kaynak tespiti yapmadan evvel, hayatta herşeyin mükemmel olamayacağını kabullenmem gerekti, babam herzaman herşeyin yolunda gidemeyebileceğini söylerdi, ben de ardından içimden tekrar ederdim, bunun çok yararı olmuştur belirteyim. Sonraki yapmaya çalıştığım şey havuzdaki suyun seviyesini anlamaktı ki epey vakit alan birşey. Lethal seviyede bir su miktarıyla karşılaşsa idim havuzdan çıkıp güneşte kurumaya alacaktım kendimi, ama yüzülebilir seviyede olduğunu görünce o suyun şartlarını kendime uydurmaya çalıştım ve hala çalışmaktayım. Bu sonu olmayan bir eylem olsa gerek, bazen sonunun geldiğini ve artık problemlerin olmadığını hissetmem, biraz onlara alışmamdan biraz da görmezden gelmemden olmalı. Çok yüzenler beni anlayacaktır, su üzerinde yada altında yüzmenin hissettirdiklerinin hissettirecek başka bir eylem daha yoktur. Biraz huzursuz başlarsınız yüzmeye ama o hissi yakaladığınızda yüzmek en büyük tutkunuz olur. Sudaki yosunları, ayaklarınızı ısıran minik balıkları, göremediğiniz ama aklınıza gelen suda yaşayan diğer canlıları, yaralarınızdaki yanma hissini görmezden gelip yüzmenin tadına varırsınız. 
       Ben de yüzüyorum.. Gücümün yettiğince, tutkuyla, suyumun kaynağını bilerek, severek, üzerinde uzanıyorum, kendimi bırakıyorum, beni kaldırdığını görmeyi seviyorum.. Beni sarıp sarmalamasını seviyorum, kulaklarımı da suyun içine daldırdığımda kalbimin atışını duyabiliyorum. Kaynağımdan akan suyun beni boğabileceğini hiç düşünmüyorum, yüzeye çıkaracağını düşünüyorum ve böyle düşünmeyi alışkanlık haline getiriyorum. Suyun içinde mutlu bir hayata inanmaya başlıyorum. Bundan sonraki adımlarımı hep bu suyun içinde olacağımı bilerek atmayı planlıyorum. Kaynağıma tutkuyla bağlılığımı, inkar etmiyorum..